“İki Mustafa Kemal vardır” demişti yüce önder: “Biri ben, et ve kemik geçici Mustafa Kemal. İkinci Mustafa Kemal, onu ‘ben’ kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni düşünce, büyük ideal için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur.” Onun “naçiz vücudunun toprak olmasının” 84. yıldönümünde, en büyük eserim söylediği Cumhuriyetin “ilelebet payidar” olması, onu idrak etmek ve fikirlerine haiz çıkmakla mümkün. Şundan dolayı “büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir.”
CUMHURİYETÇİLİK
DOÇ. DR. REZZAN ÜNALP
“Mustafa Kemal Atatürk önderliğini; ulusal bir cemiyet anlayışı, anavatan, ulusal egemenlik ve bağımsız devlet temaları ile saptadı” diyen Doç. Dr. Rezzan Ünalp, yüce önderin Cumhuriyeti ulusal egemenlik terimine dayanarak demokrasi temeline oturtmayı amaçladığını söylemiş oldu. Cumhuriyeti bir tek yönetenlerin seçimle belirlendiği bir devlet biçimi, rejim olarak algılamanın yanlış olacağına da dikkat çeken Ünalp, “Cumhuriyetin, eşitliğe dayalı bir yönetim biçimi olan demokrasinin ön koşulu bulunduğunu söyleyebiliriz. Türkiye için de demokrasiyi yaratan Cumhuriyet olmuştur. Bundan dolayı Cumhuriyetçilik; ulusal egemenliğin asla hiç kimseye emanet edilemeyeceğini, devredilemeyeceğini ve vazgeçilemeyeceğini öngörür. Bundan dolayı bir ulusu oluşturan bireylerin siyasal ve toplumsal eğitiminde, vatan sevgisinde noksan var ise öyleki bir ulusun egemenliğini gerektiği derecede kuvvetle elinde tutamayacağı kesindir. Bu bakımdan ulusal egemenliği yaşatmada vatandaşların lüzumlu özellikte yetiştirilmesi ehemmiyet taşır” dedi. “Tarih bizlere, yurttaş olma bilinci ile demokrasiye doğru ilerleyiş içinde da esaslı bir bağlantı bulunduğunu gösterir” diyen Ünalp, “Türk kimliği ile ayakta kalabilen Türk ulusu, siyasal bir örgütlenmeye giderken Türkiye Cumhuriyeti Devleti adını aldı” ifadelerini kullandı.
MİLLİYETÇİLİK
PROF. DR. HAKKI UYAR
Mustafa Kemal Atatürk’ün milliyetçilik anlayışının iki mühim temele dayandığına dikkat çeken Prof. Dr. Hakkı Uyar, bu iki dayanağın tam bağımsızlık ve çağdaşlık bulunduğunu söylemiş oldu. “O, Milliyetçiliği bir kültür, bir uygarlık savaşı olarak görmekteydi. Ümmetten millet, kul ve tebaadan fert ve yurttaş yaratmanın izini sürmekteydi” diyen Uyar, Milliyetçiliği laik bir kimliğe büründürmek, ümmet bilincinden toplumu arındırmanın çabasındaydı. Milliyetçilik anlayışı Alman tipi bir milliyetçilik (ırkçı) değildi. Fransız tipi bir milliyetçilik (kültür) idi” dedi. Uyar, Mustafa Kemal Atatürk’ün ulusal Türk kimliğine bakışını şu şekilde deklare etti:“1924 Anayasası ve bu anayasa üstüne meydana getirilen tartışmalar Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik temeller üstüne kurulduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Aslına bakarsak Türklük terimine yüklenilen içeriğin 1876 Anayasası’nda tanımlanan Osmanlılık kavramından (madde 8) değişik olmadığı dikkat çekicidir. Nitekim sonraki yıllarda da Mustafa Kemal Atatürk’ün yapmış olduğu iki tarif, resmi milliyetçiliğin etnik ve dinsel kimliğe dayanmadığının açık bir göstergesidir. 1925’te ‘Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir’ tanımı ile 1930’daki ‘Millet, dil, kültür ve ideal birliği ile birbirine bağlı vatandaşların oluşturduğu siyasal ve toplumsal bir topluluktur’ tanımı bu anayasal ve tarihsel arka planın ürünüdür.”
HALKÇILIK
DOÇ. DR. MEHMET EMİN ELMACI
Mustafa Kemal Atatürk için millet egemenliği kadar mühim olan kavramlardan birisinin de Halkçılık bulunduğunu söyleyen Doç. Dr. Mehmet Güvenli Elmacı, Mustafa Kemal Atatürk’ün en başından beri kafasında bu fikri uygulamaya başladığını, TBMM’nin açılışından beş ay sonrasında Meclis’e sunmuş olduğu bir programın adının da bu yüzden “Halkçılık” bulunduğunu söylemiş oldu. “Halkçılık; halkın refahının düşünülmesi, eşitliğinin sağlanmasıydı” diyen Elmacı, devrin şartlarını ve halkçı uygulamaları şu şekilde özetledi: “Halk din temelli millet sistemi ile ayrışmış ve büyük bir ötekileşme yaşanmaktaydı. Bazı meslekler daha imtiyazlıydı ve bazı lakaplar yardımıyla insanoğlu sınıflandırılıp, birbirlerinin haklarını ve ekonomik durumlarını göz ardı edip, uygar millet sistemindeki dayanışmacılıktan uzak bir durumda yaşamlarına birbirilerinden habersiz devam etmekteydiler. Köylü üstünde asla kimsede olmayan ağır bir ‘aşar vergisi’ vardı. Hanımefendiler erkeklerle hukuken ve toplumsal anlamda eşit değildi. Bundan dolayı; Aşar vergisi kaldırılarak eşitlik için adım atıldı. Her insanın aynı ulusal müfredat ile eğitim öğretim görmesi sağlandı. İnsanları sınıflandıran ve imtiyazlı hale getiren lakaplar kaldırıldı. Hanım adam eşitsizliği giderildi. Halkçılık her insanın eşit olması, devletin halka dayanmasıydı. Yönetimin bir aile ya da bir kişiye değil direkt halka ilişkin olmasıydı.”
DEVLETÇİLİK
PROF. DR. DURAN BÜLBÜL
Azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde “devlet öncülüğünde planlı sanayileşme” uygulamasının ilk kez Mustafa Kemal Atatürk Türkiyesi’nde gerçekleştiğine dikkat çeken Prof. Dr. Duran Bülbül, “Bu planlama ile Türkiye’de gereksinim duyulan temel endüstri mallarını kamu girişimleri vesilesiyle üretmek temel hedef olmuş, plan hazırlandığında ise dış kaynak öngörülmeyerek plan öz kaynaklarla yürütülmüştür” dedi.Benimsenen devletçilik ilkesinin özgünlüğünü vurgulayan Bülbül, “Mustafa Kemal Atatürk ekonomi ekollerinden ne liberalizme ne de sosyalizme bağlı kalmamış, kendine özgü üçüncü bir yol oluşturmuştur” ifadelerini kullandı. Bülbül, uygulanan örneksiz devletçilik modelini dört ana grupta toplamanın mümkün bulunduğunu belirtti:1. Türk Lirası’nın kıymetini korumuş olan anti-enflasyonist para-kredi politikası.2. Gerçek kamu kaynaklarına dayanan denk bütçe politikası.3. Devalüasyonsuz dış tecim politikası.4. Ulusal kaynakların etkin kullanımını elde eden planlı kalkınma politikası.”
DEVRİMCİLİK
DOÇ. DR. HALİL ÖZCAN
Mustafa Kemal Atatürk ilkelerinin bütünleyici dört ilkede temellendiğini söyleyen Doç. Dr. Halil Özcan, bunların ulusal egemenlik, tam bağımsızlık, ulusal birlik ve bütünlük ile dinamik ideal bulunduğunu belirtti. “Kemalizm, akıl ve bilim rehberliğinde bütünleyici dört temel ilke temelinde; altı ilkesiyle Türk milletini dinamik ve devrimci idealine ulaşmayı hedefler” diyen Özcan, “Akıl, bilim ve dinamik ideal hedefini ortaya koymak devamlı olarak devrimciliği lüzumlu kıldığı için Kemalizm, geçmişin bekçiliği ve kalıplaşmış inanç sistemi yerine değişen koşullarda devamlı, akılcı yenilenmeyi mecburi kılar” ifadelerini kullandı. Bu kapsamda “yeniliklerin akılcı ve kalıcı olabilmesi için de Türk milletini geri bırakmış kurumları ortadan kaldırılması gerekliliğini” vurgulayan Özcan, “Bu anlamda devrimcilik, yenilik yapmak kadar yeniliklere engel olanları ortadan kaldırmak yükümlülüğü ile de karşı karşıyadır. Sadece Türk devriminin özelliği kurtuluş ve kuruluşun bütünleyici ilkeler temelinde hukuk temelinde dünyanın en kansız ve sancısız devrim olma hususi durumunu taşımasıdır” diye konuştu.
LAİKLİK
DR. ÇİĞDEM BAYRAKTAR ÖRS
Mustafa Kemal Mustafa Kemal Atatürk’ün laik bir yönetim aygıtı biçimlendirirken yöneldiği temel amacın; din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, özgür benliklerin inançlarının ve hissedişlerinin ise kurumlardan, dayatmalardan, ayrıcalıklardan yalıtılarak tamamen kişilere bırakılması olduğuna değinen Çiğdem Bayraktar Örs, “Tam da bu maksada yönelmiş, kişilere din ve vicdan özgürlüklerini yönetme hakkı ve ayrıcalığı tanımıştır. Laiklik, bilhassa son yıllarda aktarıldığı şeklinde kişileri zorlayıcı değil, tam tersine; bireylere herhangi bir inanç ya da inisiyatif seçme mevzusunda haklar tanıyan, benlikleri özgürleştirici, kişileri siyasal gündemin kurmacasından yalıtan bir ilke olarak Cumhuriyet rejiminin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir” ifadelerini kullandı. Bayraktar, laiklik ilkesinin önemini şu sözlerle tanımladı:“Devletleri yönetenlerin doğrusu iktidar erklerinin insanların maneviyatını sömürememesi, kullanmaması için laiklik vurgusu son aşama değerlidir. Din ve vicdan özgürlüğünün hiçbir surette hiçbir siyasal parti ya da kimlik tarafınca aşındırılmaması için laiklik hukuki bir kalkan, bir miğferdir.
‘DENİZCİ DEVLET’
E. DENİZ K. ALBAY BORA SERDAR
Bugünlerde sıkça duyduğumuz “Mavi Vatan” anlayışının özünün Mustafa Kemal Atatürk’ün “Denizciliği Türk’ün büyük ulusal ülküsü olarak düşünmeli ve onu en kısa zamanda başarmalıyız” sözü bulunduğunu belirten emekli Deniz Albay Bora Serdar, bu sözün deniz sevgisinden ziyade ulusal hedefin “denizci devlet” olarak belirlenmesi bulunduğunu belirtti. Mustafa Kemal Atatürk’ün, karacı kültürü ile yetişmesine karşın denizciliği “ulusal ideal” olarak hedeflemesi bir tercih değil, üç yanı denizlerle çevrili ülkemiz için bir zorunluluktu” dedi. “Abdülhamit döneminde Haliç’te çürümeye bırakılan donanmanın nelere mal bulunduğunu en iyi çözümleme edenlerden birisi oydu” diyen Serdar, süreci şu şekilde özetledi: “Mesajlarını ‘Hamidiye’ gemisinden vermesi anlamlıydı. Bu anlayış MİLGEM’e (Ulusal Vapur) giden yolun taşlarını ördü. Denizlerin jeopolitik tesirini önemseyen Mustafa Kemal Atatürk, gambot diplomasisini başarıyla kullanan sayılı liderlerdendi. Bilinmelidir ki her bir vatandaşın bu ideal çevresinde buluşması ve çaba göstermesi Cumhuriyet’e olan borcudur. Elimizi denizden çekmememiz gerekir.”
Yoruma kapalı.