Ahmet Taner Kışlalı, yolumuzu aydınlatıyor


İNSANOĞLU
Her şey senin için insanoğlu;
Sevmek senin, 
Sevilmek senin için.
*
Gençsin, gün olur sen de günaha girersin.
Bir his yaratır insanda;
Garip.
Senin için insanoğlu, 
Senin için af.
*
Ne yazdımsa senin için,
Senin için;
Yaşamak.
Yaşamak seneler boyu. 
Iyi mi karanlık olur geceler, bilirsin.
Öylesine bir koyu,
Ölmek de senin için.
Ahmet Taner Kışlalı’nın 16 yaşlarında, Kabataş Adam Lisesi’nde okurken tuttuğu günlükten, 1956
Gazetemizin yazarı ve eski bakan Ahmet Taner Kışlalı 23 yıl ilkin bugün Ankara’da evinin önünde uğramış olduğu bombalı hücum ile aramızdan ayrıldı. Onu hain bir saldırıyla susturabileceklerini düşünenler yanıldılar. Şundan dolayı o, ödünsüz duruşuyla yolumuzu aydınlatmaya, “Kemalizmin rol modeli” olmaya devam ediyor. Ahmet Taner Kışlalı’nın düşün insanı yönünü yakın arkadaşı Dr. Abdullah Kehale ve yazar yönünü eşi Nilüfer Kışlalı Cumhuriyet’e söyledi. Aydın nedir sorusunun yanıtı ise  Kışlalı’nın güncelliğini sakınan yazısında gizli saklı. 

DR. ABDULLAH KEHALE: UYARILARINDA HAKLI ÇIKTI

“Oldukca kıymetli dostum Ahmet Taner Kışlalı, seneler öncesinden Türkiye’yi bekleyen tehlikeler mevzusunda oldukca mühim uyarılarda bulunmuştu. Aradan geçen seneler ne yazık ki Kışlalı’nın korkularının gerçekleştiği seneler oldu.’ diyen Dr. Abdullah Kehale, ‘Laiklik karşıtı söylemler yandaş medyanın gösterim organlarından açıkça dile getirilmekte, çeşitli gruplar kanunsuz gösterilerini laik cumhuriyete meydan okuyacak boyutlara taşıyarak sokaklarda boy göstermektedirler’ sözleriyle ‘Laik demokratik cumhuriyet asla olmadığı kadar büyük bir çekince ile karşı karşıya kaldığına dikkat çekti. 

“Kışlalı’nın ‘Partiler demokrasisi liderler demokrasisine, daha doğrusu genel başkanlar diktatörlüğüne dönüşmüştür’ sözleri bugün daha da kaygı verici boyutlara ulaşmış, tek bir iradenin emirlerine uyma zorunluluğuna dönüşmüştür” diyen Kehale, “Kafalarda yaratılan kavram kargaşası ile  ‘Mustafa Kemal Atatürk’e evet, Kemalizm’e hayır’ diyen bir zihniyet,  toplumumuza egemen olmaya adım atmıştır. Kemalizm,  yeni kurulan Türkiye’nin ekonomik, siyasal ve toplumsal problemlerine çözüm getirmiş, dolayısıyla bir siyasal ideoloji olarak politika tarihinde yerini almıştır. Tam bağımsızlığı korumak için çaba sarfeden bu ilkeler dizini hem yurt dışından, hem de onların sözünden çıkmayan yerli uzantıları ile fena gösterilmeye çalışılmış, Avrupa Birliği bir taraftan, Huntington üstünden ABD öteki taraftan Mustafa Kemal Atatürk ilkelerini artık izlemememiz icap ettiğini, hatta resimlerini bile devlet dairelerinden kaldırmamız icap ettiğini küstahça bizlere dikte eder hale gelmiştir” ifadelerini kullandı.

ETNİK SORUNLARIN ÇÖZÜMÜ

Kehale, ‘Etnik temelli sorunların çözümü ile ilgili olarak da Kışlalı’nın güncelliğini sakınan “Etnik sorunların çözümü, ulus-devleti yıkmaktan geçmez. Ulusu oluşturan tüm bireylerin eşit hak ve özgürlüklere kavuşturulmasından, bölgeler ve sınıflar arası aşırı dengesizliklerin giderilmesinden ve mahalli demokrasi anlayışının güçlendirilmesinden geçer. Farklılığı kurumsallaştırma yönündeki her adım, yalnız ülkenin geneline değil, bilhassa de Güneydoğu halkına zarar verecektir. Toplumda etnik farklılıkları kurumsallaştıran model, Balkanlarda yerini bir kan gölüne terk etmiştir.’ Sözlerini anımsatarak, ‘Yaşadığımız tarih, benzerlikleri kurumsallaştıran Mustafa Kemal Atatürk’ün haklılığını kanıtlamıştır’ dedi. 
Kehale, Kışlalı’nın özelleştirme ile ilgili kaygılarında da ne yazık ki haklı çıktığını belirterek sözlerini, “vatandaşların paraları ile kurulan kamu tutumsal kuruluşlarını ‘babalar şeklinde satmak’ yönetim becerisi olarak görülmüştür. Kamu yararı gözetmeksizin meydana getirilen özelleştirmeler yalnızca yeni zenginlerin türemesine niçin olmuştur. Dünyada denenen fakat neticeleri negatif olarak deneyimlenen devlet garantisi verilerek yaptırılan yollar, köprüler, hastaneler ‘Kamu-Hususi İşbirliği’ şeklinde süslü söylemlerle ısrarla hep aynı kişilere verilerek, kamu vicdanında karşılık bulamayan projelere dönüştürülmüştür” cümleleriyle tamamladı. 

NİLÜFER KIŞLALI: İNANDIĞINI YAZAR, YAZDIĞI GİBİ YAŞARDI

Eşi Nilüfer Kışlalı, Ahmet Taner Kışlalı’nın yazılarını yazma aşamasında ortamdan tamamen soyutlandığına dikkat çekerken, “Yazıları öncesinde haberleri izlerken ya da bir şeyler okurken küçük notlar alırdı. Yazı yazacağı zaman de odasına kapanır ve 2-2.5 saatte yazısını yazardı” dedi. “O sırada kimselerle konuşmaz, telefon kabul etmezdi’ diyen Nilüfer Kışlalı, ‘Yazısını hiç kimseye okutmaz, ilk olarak gazeteden okunması isterdi. Bu şekilde bir alışkanlığı vardı. Şimdi neredeyse onu asla görmeyen kızı Nilhan da yazı yazarken aynı halde davranıyor” ifadelerini kullandı. 

Eşinin hem oldukca bilgili, hem oldukca özgüvenli hem de oldukca mütevazı bulunduğunu söyleyen Nilüfer Kışlalı,’ sözlerini “İnandığını yazar ve yazdığı şeklinde yaşardı. Oldukca bilgiliydi. Ben hep çevreme ‘Üniversiteye gitmedim fakat en iyi üniversite hocasından 7/24 ders alıyorum’ derdim. Net bir insandı. Yapmış olduğu işte hep iyi olmak isterdi, yarışı devamlı kendisiyleydi. Ve alçakgönüllüydü. İnsanlara asla tepeden bakmazdı; yukarıya yükselmedi, aşağıya kök saldı. Ona hep hayrandım ve hep fanatik kalacağım” diyerek noktaladı. 

ATATÜRK’ÜN OTURDUĞU SANDALYEDE

Kışlalı ile Beyoğlu’nda zamanında Mustafa Kemal Atatürk’ün de gittiği “Rejans” lokantasına gitmiştik. Girişte en başta ve en sağdaki masanın Mustafa Kemal Atatürk’ün oturmuş olduğu masa bulunduğunu meşhur İstanbul tarihçisi Jak Deleon’dan öğrenmiştim. Deleon’un söylediğine nazaran; lokantaya birlikte gittikleri arkadaşları, Mustafa Kemal Atatürk’ün oturmuş olduğu iskemlenin arkasının caddeye baktığını ve bu yüzden güvenilir olmadığını söylemişlerdi. Mustafa Kemal Atatürk ise yanıtında “bu ülkede kendisini arkadan vuracak adam olmadığını, kaygı etmemelerini” vurgulamıştı. Ben bu vakası Kışlalı’ya anlattığımda bana aynı yanıtı vererek, Mustafa Kemal Atatürk’ün oturmuş olduğu yere oturmuştu. Sadece ne yazık ki kısa bir süre sonrasında alçak bir suikastla yaşamını yitirdi.

AHMET TANER KIŞLALI: ‘AYDIN’LAR VE ‘ENTEL’LER!

Geçen bayram günlerinde, gazetelerdeki koskoca bir duyuru -herkes gibi- benim de dikkatimi çekti. EP dergisinin kapağında şu sözler okunuyordu:
“Demokrasi mücadelesi, Cumhuriyet gazetesindeki bürokratik zihniyet aşılmadıkça oldukca pozitif adımlar atamaz…”
Meydana getirilen reklam başarılıydı. 1970’lerin -cezaevinden tünel kazarak kaçan- “Dev-Yol önderinin” iyi mi bir akıl yürütme ile bu sava vardığını merak etmemek doğrusu olanaksızdı.
Dergiyi aldım, okudum. Okurken dilimin ucuna gelenleri okurlarımla paylaşmazsam rahat edemeyeceğimi anladım… Fakat güncel olayların ağırlığı, oldukca kişinin gülüp geçmiş olduğu bu sava benim mecburi yanıtımı geciktirdi,
***
12 Eylül sonrasının hızla çözülen insan değerleri ve onu kolaylaştıran kavram kargaşası içinde; ilkin “çağdaş” ile “uygar”yi ayırmak gerekti. Fakat daha da önemlisi, “aydın” ile “entel”i ayırmak bir zorunluluk oldu.
“Aydın”, kendini toplumundan görevli sayan insandır. “Entel” içinse cemiyet, yalnız bir araçtır; amaç, “kendi kendini doygunluk”dir..
“Aydın” gerçeği arar. “Entel” ise “moda olan fikir”nin izini sürer.
İlhan Selçuk’un ‘tatlısu entelleri’ olarak nitelendirdiği -ve oldukca iyi çözümlediği- bu eskinin “süratli solcu”su dönekler, acaba hangi düşüncenin peşindeler?
Bir zamanlar Mustafa Kemal Atatürk’ü “sosyalizmi kurmadı” ve Lenin’in izinden gitmedi diye eleştirirlerdi.
Tarih Lenin’i değil Mustafa Kemal Atatürk’ü haklı çıkarınca, bu kez de süratli bir özgürlük ve demokrasi yanlısı kesildiler. 1990’larda bile tam olarak kurmakta güçlük çektiğimiz bir demokrasiyi, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1920’lerde niçin kurmadığının hesabını sormaya başladılar.
“Aydın” için fikir tutarlılığı önemlidir. “Entel” ise ‘en ileride’ (!) görünmek uğruna her şeyi yapabilir.
Mesela “resmi tarih” anlayışını yıkmak için Fatih Sultan Mehmet’i de sorgulayabilir; “İstanbul’u aldıktan sonrasında niçin telefon şebekesi kurmadı” diye…
“Aydın”ı, uygar ve hakça bir seviye isteyenler alkışlarlar.
“Entel”lere destek ise çoğu zaman sağcılardan gelir…
***
1970’li yıllarda Türkiye’nin ve dünyanın koşullarını yanlış değerlendiren bazı gençler ve onların “fikir arkadaşları”, büyük bir düş kırıklığı yaşamışlardı.
Kimisi yanılgısını oldukca pahalı ödedi. Kimisi de yanılgısını “topluma” oldukca pahalı ödetti.
Kendi toplumlarındaki gelişmelerle inançları yıkılmayanlar; bu kez de dünyadaki gelişmeler üstüne bunalıma düştüler. Ve “entelleştiler”…
Doyumu “para”da ya da Özalcı TV ve gazetelerin başköşelerinde aramaya başladılar.
“Dinci” ve “Kürtçü”lerden aldıkları “aferin”lerle de mutluluk buldular.
Ben ise Mustafa Kemal Atatürk’e ve Atatürkçü düşünceleri korumak için çaba sarfeden Cumhuriyet’e yönelik saldırıların “fikir” temellerini araştırdığımda, çoğu zaman fazla bir şey bulamadım. Fakat “ruhsal” temellerinde ciddi bir ortak nokta yakaladığımı sanıyorum:
“Geçmiş ‘yanılgı’ ve ‘yenilgi’lerin acısı!..”
***
“Demokrasi mücadelesi, Cumhuriyet gazetesindeki bürokratik zihniyet aşılmadıkça oldukca pozitif adımlar atamaz” suçlamasının yanıtı da içinde gizlidir!
“Bürokratik zihniyet”ten kastın aslına bakarsak “Atatürkçü görüş açısı” olduğu gözden uzak tutulmadan, sormak gerekir;
Niçin Cumhuriyet gazetesi, okur sayısının oldukca ötesinde, Türkiye’deki siyasal gelişimleri bu seviyede etkileyebilecek bir güce haiz?
Cumhuriyet gazetesi; eğer Atatürkçü çizgiden sapsaydı, bugün “Cumhuriyet”i numaralama sevdalılarının, “en büyük engel” olarak gördükleri konumunu acaba koruyabilir miydi?
Cumhuriyet gazetesi doğru çizgiyi koruduğu için güçlüdür, yoksa kuvvetli olduğundan savunduğu düşünceler “doğru” görülmemektedir!.
Cumhuriyet zamanı, Kemalizmden kopan solun ne hale geldiğini gösteriyor.
“Yanlış şuur” ve onun ürünü olan “yanlış fiil”lerin yarattığı “büyük düş kırıklığı”nın fertleri kimi zaman nerelere itmiş olduğu de ortada: Kimisi “sol” Özalcı, kimisi “sol” dinci, kimisi “sol” Kürtçü oldu..
Fakat Cumhuriyet gazetesi değişmedi. “Entel”lerin değil “aydın”ların gazetesi olma hususi durumunu korudu. Ve o nedenle de yenik ve kuvvetsiz düşmüşlerin kızgınlığını çekecek kadar “kuvvetli” kaldı.
Şundan dolayı, düşünceler, sadece doğrulara oturdukları vakit güç kazanırlar!..
(Cumhuriyet, 16 Haziran 1993)

Yoruma kapalı.

Bu web sitesi deneyiminizi geliştirmek için çerezleri kullanır. Bununla iyi olduğunuzu varsayacağız, ancak isterseniz vazgeçebilirsiniz. Kabul etmek Mesajları Oku

Gizlilik ve Çerez Politikası